ANA SAYFA
Osmanlı Mutfağı Hakkında Detaylı Bilgi

OSMANLI SARAY MUTFAĞI YAPISI

MATBAH-I AMİRE  ;
SARAY MUTFAĞI
ıÜüOsmanlı sarayında pişen yemeklerin sihirli dünyasına girmeden önce, bu yemeklerin pişirildiği mekanları kısa da olsa tanımakta yarar var. Bugün Topkapı Sarayı adıyla bilinen ve müze olarak kullanılan Osmanlı Sarayı, Fatih Sultan Mehmed tarafından 1475-1478 yılları arasında yaptırılmış. Saray, antik çağda kentin Akropolünün bulunduğu, Boğaz'a ve Asya kıtasına bakan küçük tepe üzerine kurulmuş. Sarayın olduğu yerde Latin işgali sırasında tahrip edilen ve bir daha kullanılmayan eski bir Bizans sarayı kalıntısı vardı. Topkapı Sarayı, yaklaşık dört yüz yıl boyunca Osmanlı padişahlarının sürekli ikametgahı oldu ve çeşitli dönemlerde yapılan eklemeler ve onarımlarla günümüze kadar geldi.

Saray, surlarıyla birlikte 700.000 m2'lik bir alanı kaplayan ve peş peşe sıralanan üç ana bölümden ve bunların solunda yer alan Harem bölümünden oluşmuş.

Sarayın Bab-ı Hümayun denilen kuleli giriş kapısından Birinci Avlu'ya girilir, burası sarayın dış bölümüdür. Babüsselam denilen orta kapıdan geçildiğinde Sarayın bahçeleri ve hizmet binalarının bulunduğu İkinci Avlu gelir. Sarayın üçüncü kapısı olan Babüssaade kapısından geçince de Padişaha ait özel bölümlerin bulunduğu ve çok az kişinin girebildiği üçüncü Avlu'ya gelinirdi. Enderun olarak bilinen bu bölümde Padişah, özel hizmet karlarıyla yaşardı.

Matbah-ı Hümayun ya da Matbah-ı Amire denilen saray mutfağı, İkinci Avlu'nun sağ tarafını boydan boya kaplardı. Bu mutfak binalarının büyük bölümü, günümüzde de sapasağlam ayakta durmakta ve ikişer ikişer sıralanmış kocaman, yirmi adet bacasıyla sarayın en göz alıcı yapısıdır.
ıÜüOsmanlı döneminde Matbah-ı Amire, sarayın 5.250 m2'lik bir bölümünü işgal eden büyük bir kompleksti. Yemeklerin pişirildiği mutfaklar dışında, kilerlerin, aşçıların, yamakların ve diğer mutfak görevlilerin koğuşları, bir çeşme, bir cami ve bir hamamın bulunduğu küçük bir dünyaydı adeta. Bu "dünyaya", İkinci Avlu'ya açılan üç kapıdan girilirdi:
Aşağı Mutfak Kapısı, Has Mutfak Kapısı ve Helvahane Kapısı.

Aşağı Mutfak kapısından girince önce idari bölümler vardı. Burada Kilercibaşının, Mutfak Emini'nin ve katiplerinin odaları ile Saray erzaklarının korunduğu devasa Kilar-ı Amire bulunurdu. Mutfak işlerinden ve kilerden sorumlu Mutfak Emini; Kilercibaşı ve katipler, mutfağın ihtiyaçlarını saptayan, alışverişi düzenleyen, ödemeleri yapan ve satın alınan malzemenin giriş ve çıkış kayıtlarını tutan kişilerdi. Katiplerin yüzyıllar boyu günü gününe tuttukları bu muhasebe defterleri, bugün Osmanlı Sarayının günlük yaşamını ve elbette mutfağını merak eden herkesin başvurduğu belgelerdir.

Matbah-ı Amire'nin padişaha ait yemeklerin pişirildiği bölümüne Has Mutfak denirdi. Has Mutfak kapısından geçince boydan boya uzanan ocaklı, fırınlı, asıl mutfak bölümüne girilirdi. Çeşitli dönemlerde tamir ve ilavelerin yapıldığı 20 kubbeli bu muhteşem binada bugün padişahlara hediye edilen Çin ve Japon porselenleri sergilenmekte. Mutfak, sekiz bölümden oluşurdu. Her bölümün ayrı ocağı, ayrı fırını ve ayrı uzmanlık alanları olan aşçıları ve yamakları vardı. 16. yüzyılda Saray mutfağında, hamurculardan, simitçilerden, pilavcılardan, kebapçılardan, kuşhanecilerden, sebzecilerden ve tatlıcılardan oluşan 60 kişilik bir usta aşçılar grubu ve 200 yamak çalışırdı. Mutfakların sorumlusu, vezir rütbesine yakın derecede yüksek bir devlet memuru olan Matbah-ı Amire eminiydi. Padişahla birlikte sefere giden bu aşçılar, padişahın zehirlenme tehlikesine karşı sadakatlerine güvenilir kimselerden seçilirlerdi.

Padişahın annesine, başharemine, kız kardeşlerine ve kızlarına hizmet veren mutfağa Valide Sultan Mutfağı denirdi. Saray'da çalışan görevlilere ve saray halkına ise ayrı ayrı mutfaklardan yemek çıkardı. 17. yüzyılda Matbah-ı Amire'de günde ortalama 5.000 kişiyi doyuracak yemek hazırlanırdı.
Bu sayı, Divan'ın (Osmanlı Bakanlar Kurulu) toplandığı günlerde, bayramlarda ve ulufe (yeniçeri maaşı) dağıtıldığı günlerde 10-15.000 kişiye ulaşırdı. Üç ayda bir yapılan ulufe günlerinde yeniçerilere yüzyıllar boyunca hep aynı yemek dağıtıldı: Çorba, pilav, zerde.

Sonuncu mutfak, Türk mutfağında önemli bir yeri olan çeşitli tatlı, reçel ve şerbetlerin hazırlandığı helvahane idi. Helvahanenin başında ise helvacıbaşı kalabalık bir ekiple görev yapardı. Tüm bu teşkilatın azil ve tayinleri enderundaki kilercibaşının yönetimi altındaydı. Mutfaklarda pişirilen yemekler acemi oğlan ve tablakâr adı verilen aşçı yamakları tarafından siniler içerisinde harem'e, enderuna, divana götürülürdü. Padişahın yemeği de yine bunlar tarafından Bâb'üs Saade'ye kadar getirilerek enderunun kiler koğuşundaki içoğlanlara teslim edilirdi. Bazı kaynaklar, sadece padişahın yemeklerinin pişirildiği “kuşhane mutfağı” adında ikinci bir mutfaktan söz etmektedir. Harem'in enderuna açılan kuşhane kapısının üzerindeki 1147 (1734-35) tarihli kitâbede Sultan I. Mahmud'un kuşhane mutfağını tamir ettirdiği yazılıdır.

Harem'in kuşhane kapısının sol tarafındaki ocaklı ve tezgâhlı küçük taş odanın kapısı, Harem'deki altın yola açılmakta olup, kuşhane mutfağı olabileceği düşünülmektedir. Arâ, kuşhane mutfağının zülüflü baltacılardan seçilmiş, yemek pişirmekte usta iki görevlisi bulunduğunu, bunlardan birincisine "kuşçubaşı", diğerine ise "ikinci" denildiğini yazmaktadır. Kuşhane Mutfağı, padişaha gece hizmet veren, sadece kuş pişirilen küçük ve sembolik bir mutfak olmalıdır. Günümüzün Topkapı Sarayı'nda orijinal malzemesi ve teşhiriyle Helvahane, Çin porselenlerinin sergilendiği mutfaklardaki vitrinlerin arkasında kalan ocaklar, Harem'de Cariyeler Taşlığına giden koridorun solundaki yemek sinilerinin konduğu setler, saray mutfağı ve yemek kültürüyle ilgili izlerdir. 

Yazıda geçen  altı çizili sözcüklerin anlamlarına sözlüğümüzden bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Elinizdeki Malzemeye Göre Tarif Bulun